Bölüm 11: Kilometrelerce uzunlukta yollar

Mike sessizce odama girdiğinde saat gece yarısını geçmiş, şehrin yarısı uykuya dalmış, geriye kalanı da soğuk havaya aldırmadan şehrin ritmine kendini bırakmış; eğleniyordu. Son bir kez sevişmek istiyorum seninle demişti Mike, istemediğimi biliyordu, reddedilmeye de hazırdı. Fakat gözlerimi bile açmadan sözde uyumaya devam etmem ona cesaret vermişti. En nihayetinde bir ay öncesine kadar yatağın öte yanı onundu ve orada uyumak için benden herhangi bir izin alması da gerekmiyordu.

Yaşadıklarımız bitmiş, kurduğumuz hayallerimiz rafa kaldırılmış yada iptal olmuş; pişmanlıklarla yıkanmış ve kirli hissettiğimiz bedenlerimizi defalarca yıkamaya gelmişti sıra. Her gün eve dönerken bugün artık gitse diye geçiyordu kafamdan. Beni artık rahat bıraksan, geldiğin gibi karanlıkların içinde kaybolsan.

Tanıştığımız gecenin bütün heyecanıyla irkildi bedenim. Biraz müzik dinlemek için girdiğim rastgele bir barda, elimde bir şişe ucuz birayla sallanırken şarkının ritminde gözlerimizin bir araya gelişi ve bir daha, bir daha göz göze gelmek için gösterdiğim çabaların beyhudeliğini hatırladım. Göz kapağımın arasından bir damla yaş mı sızdı? Bana mı öyle geliyor yoksa?

Mike benim boynuma burnunu gömdüğünde ruhumun derinliklerinde bir haz fırtınası koptu, içimde yanan ateşin çıkardığı alevler ise gökyüzüne yansıyordu. Vazgeçmekten korktum, ağzımdan  çıkacak bir gitme kelimesine bakardı geleceğimiz.

Zevk sarhoşluğunun zirvesinde ama içindeki kan çekilirken kurabiye kıvamına gelmiş yarı sert ruhum; etrafa saçmaya hazırdı bütün günahlarımı; yorganın üzerine, halının püskülüne, yastığın fermuarına…

Hatta pembe bir çiçeği sulamak amacıyla karanlık bir boşluğa. Sonrasında yıkamam gerekiyor her bir şeyi, hiçbir şey olmamış, hiç bir yasak şey yaşanmamış gibi. Karanlığın içinde de olsak görüyordum boynunu büküşünü; eskiden olsa bir şey için para istemekle devam ederdi hikayenin sonu; şimdiyse biraz merhamet  belki  de af dileme…

onu sevişmeyle biten savaşlardan, görüp de sunmaktan, fevri yakarışları samimi bir babacanlıkla karşılamaktan sıkıldım. Halbuki ben de birine sahip olmak yerine ait olmayı istemiyor muydum; biri de bana sarılsa da geçti dese hiçbir şeyin geçmediğini bile bile?

Mike, bizi bitiren ne oldu sence?

Sessizlik.

Geleceğini kurtarmak için hiç bi şey yapmadın,  günlük heyecanlara kaptırdın kendini, bence.

Sessizlik sürüyordu ve gecenin sessizliğini yoldan geçen bir yolcu otobüsünün gürültüsü bozuyor; gece seferleri.

Yine böyle bir akşamdayız; yağmurlu, soğuk ve camları döven yağmur damlalarının ısrarcı konserine eşlik ediyor aramızda git gide büyüyen uçurum. Öyle ki boşlukta yankılanan damlaların sesi kıtanın tümünden duyulacak kadar yüksek. Hoyratça savrulmuş bedenlerimizden tuzlu ve acı benliklerimiz karışıyor birbirine ayrılan ruhlarımıza aldırmadan. Seni sevmediğimi,  artık sevemediğimi sen de çok iyi biliyorsun. - Bilmem Mike? Sence var mı?

İçimdeyken ya da içindeyken, dünyayı unuttuğum doğru. Benzersiz bir farkındalıkla açılıyor gözlerim kirpiklerim birbiri üstüne kapanıp da beni geçici bir karanlığa bıraktığında. Kilometrelerce uzunlukta yollar gidiyorum sen kendini her geri çekişinde, sonra o yolları tekrar dönüyorum tekrar hissettiğimde.

Hadi itiraf edeyim, bazen seninle birlikte kurduğum ama içine seni bir türlü koyamadığım hayallerim oldu benim zaman zaman. Sensizken yaptığım bir çok şey, tanıdığım bir kaç beden ve yastığına uyuduğum adam oldu. Girdabın çok güçlü, mitolojik çağlarda gemileri içine çeken gizemli yaratıklarını gibi, fakat artık pembe çiçeğinin içine öz suyumu dökmek eskisi kadar göz kamaştırıcı değil.

Başka bir adama aşık olmak, onunla hayaller kurup gözlerimi kapattığımda onu istemek suçsa,  muhtemelen suçluyum. Soğuk algınlığının ilk evrelerindeki gibi tedirgin bir belirsizlik ve ateşlenmeden önce yaşanan sıtmalanma hissini  sevmiyorum; seninleyken böyle hissediyorum  ve böyle hissetmekten oldum olası nefret ettim.

Afalladığını görüyorum; ağladığını. Gözlerinin büyümesinden anlıyorum bu ayrılığın senin için ne kadar beklenmedik olduğunu ama bir o kadar da hayatımdan çıkıp gitmeye hazır olduğunu. Acaba düşündün mü Mike, sana ihtiyacım olduğunda orada olmadığında ne hissettiğimi? Karanlık; ülkenin bir ucundan kalkıp diğer bir ucuna giden bir yolcu otobüsünün sesinden kaybettiklerin, kim bilebilir ki, belki bir kaç saat sonra o otobüslerin birinde sen olacaksın.

Boynuma öpücük kondurmam yada yeniden hayatla dolan ruhumla çiçeğini sulama çaban işe yaramayacak. Sadece git; evimden, hayatımdan, ruhumdan, bedenimden, hatıralarımdan… Değmesin istiyorum bedenin bedenime, temas etmesin ruhun ruhuma, karışmasın nefeslerimi ve terlerimiz.

Lütfen bir daha öpme beni; sen öptükçe, ela gözlerinde yanan dudaklarımı senden ayırmak daha da zorlaşıyor. Ellerini göğüslerimden çek lütfen, kamaşıyor gözlerim ruhumda çakan şimşeklerin parıltısıyla, geceyi dahi aydınlatıyor. Derin bir nefes alıyorum. Çek ellerini ruhumdan, çek her seferinde yeniden koklamak için yanıp tutuştuğum çiçeğini.

Doğan! Neredesin, gel kurtar beni bu azaptan!

Girişteki akordu bozuk, teli köpük, sapı kırık gitarını da al ve git artık bu evden. O kirli, duvarları mutsuzlukla morarmış, sıvaları dökülmüş ve altındaki alçının bile karardığı tek kişilik odaya geri dön.

Hayır! Seninle son bir kez sevişmek istemiyorum! Boğazımdan çek ellerini!

Nerden bilirdim ki hayatımdan çıkıp giderken benden de bir parça alıp beraberinde götürmek isteyeceğini? Ruhumun sende kalmayacağını biliyorsun ki yeltendin böyle bir çılgınlığa. Sana söz vermedim; ömrümün sonuna kadar seninle kalırım; seninle yaşlanırım; sen beni mezara koyarken üzerime bir demet çiçek bırakırsın… Demedim, söz vermedim.

Vedadan önceki son son dakikalar gibi. Hani ayrılığın da dahil olduğu şu modern zaman safsataları; halbuki ben eski kafalı biriyim; sevdanın da eski modelini severim.

İntikam alıyorsun, biliyorum. Sanki kalmam gerektiğini biliyorsun; geçeceğini, sıkılacağımı, vazgeçeceğimi, pişman olacağımı… ve pişmanlıkla ellerimi yere yıkılıp ellerimi savunmasız birisi gibi başımın iki yanına koyarak her şeyin geçtiğini söyleyeceğimi… hiç bir şeyin geçmediğini adım gibi bilerek.

Az önce yağmur yağmış bir yoldan geçen bir gece otobüsünün sesi seni yatıştırır sandım; hani seyahat etmeyi çok seviyorsun ya. Ne sen masum bir bebeksin ne de ben gardını indirip zırhını duvara asmış bir şövalye.

Bu sefer daha fazlasını istiyorsun, farkındayım; canımı almak, beni bu dünyadan koparmak, adeta sonsuzdan geriye saydığım günlerimin sonunun geldiğine beni ikna etmek niyetindesin.

Doğan!

Bilmediğim ve kararına varmak istediğim tek bir şey var; hazır mıyım?

Geçmişten, benimle birlikte gelen o hikâyeler ne olacak? Yaşadığım, büyüdüğüm, gençliğimin geçtiği o şehirler, oradaki insanlar ne olacak?

Daha da önemli bir sorunun yanıtını vermem gerekiyor her şeyden önce, yapışan soluk borumdan gelen koyu bir öksürüğü geri itmeye çalışırken; o hazır mı gelmeye, onun için yaşamaya değer mi?

Yorum Gönder